Ardıç Kuşu ve Ardıç Ağacı: Doğanın Muhteşem İş Birliği

Doğada her şey birbiriyle bağlantılıdır. Hiç düşündünüz mü, bir ağacın büyümesi için sadece toprak, su ve güneş yeterli midir? Bazı ağaç türleri, tohumlarını yaymak için hayvanların yardımına ihtiyaç duyar. İşte ardıç ağacı da doğadaki en ilginç iş birliklerinden birine sahiptir: Ardıç kuşu.

Ardıç Kuşu: Doğanın Bahçıvanı

Ardıç kuşu (Turdus viscivorus), özellikle ardıç ağaçlarının yayılmasında kritik bir rol oynayan bir türdür. Bu kuşlar, ardıç ağacının mavi-siyah renkteki meyvelerini yemeyi çok sever. Ancak bu meyvelerin çekirdekleri sert bir kabukla kaplıdır ve doğrudan toprağa düşerse çimlenme oranları oldukça düşüktür. İşte burada ardıç kuşu devreye girer.

Ardıç kuşu meyveleri yedikten sonra sindirim sisteminde çekirdeklerin (tohumların)  üzerindeki sert kabuk bir miktar aşınır ve dışkıyla birlikte toprağa bırakılır. Bu süreç, tohumların çimlenmesini kolaylaştırır ve ardıç ağaçlarının yeni bölgelerde yayılmasını sağlar. Kuşlar tarafından farklı alanlara taşınan tohumlar, doğadaki bitki örtüsünün zenginleşmesine ve biyolojik çeşitliliğe katkıda bulunur.

Ardıç Ağaçları ve Orman Ekosistemindeki Rolü

Ardıç ağaçları (Juniperus spp.), kuraklığa ve zorlu iklim koşullarına dayanıklı, uzun ömürlü ağaçlardır. Genellikle yüksek rakımlarda ve kayalık bölgelerde yetişirler. Bu ağaçlar yalnızca oksijen üretmekle kalmaz, aynı zamanda pek çok canlı için yaşam alanı oluşturur.

  • Yaban hayatı için barınak: Yüksek rakımlarda yetişmesi nedeni ile ardıç ağaçları, birçok kuş türü, kemirgen ve böcek için barınak sağlar ve habitat oluşturur. 
  • Toprak erozyonunu önler: Derin kök sistemleri sayesinde toprağı tutarak erozyonun önüne geçer ve karbon tutulmasına katkı sağlar.
  • İklim krizine karşı mücadele: Karbon yutakları olarak görev yaparak atmosferdeki karbondioksit seviyesini azaltmaya yardımcı olur.

Sincaplar ve Diğer Hayvanların Katkısı

Ardıç ağacının yayılmasında sadece ardıç kuşu değil, sincaplar da önemli bir rol oynar. Sincaplar, meyveleri kış için saklarken bazılarını toprağa gömer ve unuturlar. Zamanla bu gömülen tohumlar filizlenir ve tıpkı meşelerde olduğu gibi ardıç türlerinde de ağaçlar yetişir ve orman ekosistemleri oluşur. Böylece doğanın döngüsü devam eder.

İnsan ve Ardıç Ağacı İlişkisi

Geçmişten günümüze ardıç ağaçları, insan hayatında da önemli bir yer tutmuştur. Eski medeniyetler ardıç ağacını kutsal kabul eder, tütsü olarak kullanırdı. Günümüzde ise tıbbi ve aromatik özellikleri nedeniyle ardıç yağı üretiminde değerlendirilir. Ancak, ardıç ağaçlarının büyüme süreci oldukça yavaş olduğundan korunmaları büyük önem taşır.

Doğanın Dengesine Saygı

Ardıç kuşu ve ardıç ağacı arasındaki bu uyum, doğanın ne kadar mükemmel bir dengeye sahip olduğunu bir kez daha gösteriyor. Her canlının ekosistemde bir görevi var ve bu döngünün devam edebilmesi için doğal yaşam alanlarının korunması gerekiyor. ecording olarak biz de ekosistemleri destekleyen çalışmalara devam ediyor, doğanın dengesini bozmadan yeşil alanların çoğalmasına katkıda bulunuyoruz.

Ardıç ağaçlarının ve onları yetiştiren bu muhteşem doğal döngünün korunması için hep birlikte hareket etmeliyiz. Unutmayalım ki, küçük bir kuşun yediği bir meyve, gelecekte koca bir ormanın başlangıcı olabilir.

Bir Ağacın Büyüme Serüveni: Bir Ağaç Nasıl Büyür?

Küçücük fidelerin nasıl devasa ormanlara dönüştüğünü hiç merak etmiş miydiniz? İş, gıda, sağlık ve küresel iklim krizi bağlamında insanlığa inanılmaz katkıları olan ağaçların oldukça büyüleyici ve yakından bakmaya değer olduklarını düşünüyoruz. İklim kriziyle olan mücadelede, ağaçların rolünü ve gücünü hepimiz benimsemeliyiz.

Bu yazımızda, ağaçların nasıl büyüyüp geliştiğini detaylıca anlatırken, insanlık ve gezegen için bu kadar önemli olmalarının sebeplerini belirtiyoruz.

İçindekiler

Bir Ağaç Nasıl Büyür?

Ağaçların önemini anlamak için önce nasıl büyüdüklerini ve geliştiklerini anlamalıyız.

  1. Tohum: Yaşamın Başladığı Yer

Her ağaç hayata bir tohum olarak başlar. Her tohumun iç kısmı, hayatta kalmak ve yeşile dönüşmek için ihtiyaç duyduğu besinlerle doludur.

Birçok şekli ve boyutu olan tohumlar, farklı şekillerde toprağa dağılırlar. Böcekler tarafından çapraz tozlaşmayla taşınmaları yaygındır ancak rüzgar veya hayvanlar tarafından da taşınabilirler.

ecording olarak, biz bu süreci insansız hava araçları ile yürütüyoruz. İklim krizinden olumsuz etkilenen onlarca Anadolu kadınının yardımıyla ürettiğimiz tohum toplarını, ulaşılması zor alanlara ecoDronelar ile taşıyarak biyoçeşitlilik çalışmalarına destek veriyoruz. Daha fazlası için: https://ecording.org/ecodrone/

Bir tohum, uygun koşullara sahip bir ortam bulup yerleştikten sonra, büyümesinin bir sonraki aşamasına geçebilir.

  1. Çimlenme: Tohumdan Fideye

Yaşam döngüsünün bir sonraki aşaması, bitkinin toprakla buluştuktan sonra tohumun içinde büyümeye başladığı çimlenme sürecidir.

İlk kök tohumun içinden çıkar ve kendisini toprağa sabitler. Bir çapa görevi görür ve tohumun suyu emmeye başlamasını sağlar. Kısa bir süre sonra, tohumun içinden çıkan filiz toprağın yüzeyine doğru ilerlemeye başlar. 

Böylelikle bitkinin gövdesi ortaya çıkmış olur. Bu, ‘ağacın yaşam döngüsü devam ediyor’ demektir. Aynı zamanda, bitkinin hastalık gibi riskler altında olduğu bir zaman dilimidir.

  1. Fidan: Yeni Zirvelere Ulaşmak

Bir fide, yaklaşık bir metre yüksekliğe ulaştığında fidan olur.

Fidan dönemini ağacın gençlik yılları olarak düşünebilirsiniz. Hızlı büyüyebilir, ancak tam olgunluğa erişmeden önce kat etmesi gereken uzun bir yol da vardır. Gövdesi hala esnektir ve kabuğu pürüzsüz bir dokudadır. Fidanlar çiçek veya meyve veremez, yani tohum üretemezler.

  1. Olgun Bir Ağaç: Çoğalmaya Hazır

Bir ağaç olgunluğa eriştiğinde ve tam olarak büyüdüğü kabul edilebildiğinde, kendi meyvesini, çiçeklerini veya yemişlerini üretebilir. Bu, üreyebileceği ve yaşam döngüsünün yeniden başlaması için tohumlarının dağılabileceği anlamına gelir.

Olgun bir ağacın genellikle geniş bir gövdesi, ayrıca birçok şekil ve renkte yaprakları filizlendiren çok sayıda dalı vardır. Gençlik yıllarını geride bırakmış ve geniş bir çevrenin hayati bir parçası olan ağacın, ömründe en verimli olduğu dönemdir. 

Bazı ağaç türleri, yaşam döngüsünün bu olgun aşamasında diğerlerinden daha uzun süre kalır. Örneğin; meşe ağaçlarının çoğu, yaklaşık 40 yaşında meşe palamudu üretmeye başlar ve üretkenlikleri 80-120 yaşlarında zirveye ulaşır. (1

Meşe ağaçları genel olarak 300 yıl üretken olup, ardından 300 yıl dinlenirler. Dinlendikten sonra tekrar tohum üretmeye devam edebilirler. Üvez ağaçları ise yaklaşık 15 yıl sonra meyve vermeye başlar ve yaklaşık 120 yıl sonra ömürlerinin sonuna gelirler. (2)

Bir ağacın yaşını ise her yıl kabuğunun altında çıkardığı halkaları sayarak öğrenmeniz mümkün.

Meşe Ağacı
  1. Ağaçlar da Ölür: Çürüyen Ağaçlar

Bir ağacın çürümeye başladığı ve yaşam döngüsünün son aşamalarına geldiği zaman, daha az kullanışlı hale geldiğini düşünebilirsiniz. Ama durum böyle değil.

Çürüyen her ağaç veya “budak”, herhangi bir zengin biyolojik çeşitlilik içeren ormanlık alanın veya orman ortamının önemli bir parçası. Kendisi ölmüş olabilir ancak verimliliği devam etmektedir. Çünkü:

  • Böceklere ve mantarlara yuva olur
  • Böcekler, kuşlar, yarasalar ve diğer küçük memeliler için besin kaynağıdır
  • Yukarıda belirttiğimiz canlılar barınak için ağaçtaki oyuklardan veya deliklerden yararlanır

Ölmüş ya da çürümekte olan ağaçlar, bir ahşabın biyolojik çeşitliliğinin hayati bir parçasıdır. Cansız bir ağacı ormanlık alandan çıkarmak, yukarıda okuduğunuz pozitif etkenlere engel olarak, biyolojik çeşitliliğinin önemli bir bölümünü ortadan kaldırır.

Ağaçların Bu Kadar Önemli Olmasının 8 Nedeni

  1. Hayati Su Döngüsünü Düzenlerler

Su döngüsü, suyun yağmur olarak yere düştüğü sürecin ismidir. Bu sular, daha sonra ağaçlar ve diğer bitkiler tarafından emilir ve ardından buharlaşarak tekrar havaya salınır.

Bir ağaç her gün yaklaşık 950-1515 litre suyu tekrar havaya bırakır. Bu nedenle ağaçlar, havadaki optimum nem seviyelerini korumak için çok önemlidir. Ayrıca hayatta kalmak için tükettiğimiz tatlı suyu sağlaya) su döngüsünün dengede kalmasını sağlarlar. (3

Su döngüsü söz konusu olduğunda dünya doğal bir ritim oluşturmuştur. Ormansızlaşma bu döngüyü ciddi şekilde bozar ve gezegenin yalnızca %3’ünü oluşturan tatlı su kaynaklarını tehlikeye atabilir.

  1. Ağaç Demek İş ve Ekonomi Demek

Yağmur ormanlarının bakımından ağaç dikmeye,, meyve hasadından biyolojik ve botanik araştırmalara kadar ağaçlar insanlık için çok sayıda iş alanı yaratır.

Fiziksel olarak zorlayıcı diğer birçok işte olduğu gibi, kırsalda yaşamını sürüdüren ve sosyo-ekonomik imkanları kısıtlı insanlar ile çiftçilerin geçim kaynağını ormanlar oluşturuyor. Çoğu küçük, genellikle kırsal topluluklar için, ağaçlar olmadan yerel halkı ayakta tutmak oldukça zordur.

Ormansızlaşmanın istihdam yarattığı da söylenebilir ancak uzun vadede sürdürülebilir değildir. Ağaçlar bittiğinde iş de biter.

  1. Yaban Hayatı İçin Hayati Yaşam Alanları

Orman habitatlarında çok çeşitli kuşlar, böcekler ve memeliler yaşar. Bu canlılar yüzyıllar boyunca ormanda yaşamaya  uyum sağlamış ve ona bağımlıdır.

İlk akla gelen daha büyük ve vahşi ya da yabani hayvanlar (filler, kaplanlar vs.) olabilirken, görünüşte basit bir ağaç, çok daha küçük boyutlu yüzlerce hatta binlerce canlıya ev sahipliği yapabilir. Yılanlar, kurbağalar, kırkayaklar, karıncalar, termitler, örümcekler, böcekler, güveler… Bu canlıların yaşamlarını devam ettirebilmeleri,  yaşam alanları ormanların  varlığına ve güvenliğine bağlıdır.

Ormansızlaşmanın bugünkü hızıyla devam etmesi durumunda, önümüzdeki 25 yıl içinde yaklaşık 28.000 farklı türün yok olabileceği tahmin ediliyor. Hatta birçoğu keşfedilmeden ortadan kaybolabilir..

  1. Toprak Kalitesini Artırırlar

Ağaçlar, etraflarındaki toprağın kalitesini çeşitli şekillerde iyileştirmede çok önemli bir rol oynar. Karbon filtreleme özelliklerinin bir parçası olarak, karbonu ve diğer zararlı maddeleri topraktan uzaklaştırarak, diğer bitkilerin sağlıklı bir şekilde yetişmesine olanak tanırlar.

Kaliteli toprak, %2’den fazla karbon içermemelidir. Ancak yoğun ormanlık alanlarda bu oran %0,05’e kadar düşebilir. (4)

Ağaçlarla çevrili arazi, ağaçların toprağı arındırıcı etkisi sayesinde mahsul üretimini ikiye katlayabilir. Verim ne kadar iyi olursa, insanlığı beslemek için o kadar az toprağa ihtiyaç duyulur.

Kısacası: Tarım ve biyoçeşitlilik için kaliteli toprak istiyorsak, üzerinde yaşadığımız gezegenin ağaçlarına bakmamız gerekir.

  1. Erozyonu Önlerler

Ormansızlaştırılmış alanlar, çölleşmeye karşı çok daha savunmasızdır. Ağaçlar, gövdelerini ve yapraklarını kullanarak rüzgarlara ve sellere karşı doğal bir bariyer oluşturur. Bu bariyer, kötü havanın geniş alanları tahrip edebilecek bir doğal afete dönüşmesini önlemeye yardımcı olur.

Ağaç kökleri, toprağı bir arada tutarak erozyona karşı korumada hayati bir işlev görür. Ormansız alanlarda, toprağı yerinde tutacak veya gelen rüzgarların hızını yavaşlatacak hiçbir şey yoktur. 

  1. Vazgeçilmez Besin Kaynakları

Sürdürülebilir bir şekilde yetiştirilen ağaçlar, pek çok hayati gıda maddesinin kaynağıdır. 

Sadece ağaçlardan bol miktarda besin alabiliriz. Fındıktan meyvelere, çiçeklerden ve reçinelerden elde edilen şuruplara ve aromatik kabuklardan elde edilen baharatlara kadar,  ağaçlar insanlar için yüzlerce besin üretirler.

  1. Gürültü Kirliliğini Önlerler

Ağaçların hava kirliliğiyle mücadele kadar, gürültü kirliliğinin olumsuz etkileriyle mücadelede de rolü vardır. Kentleşmenin, ulaşımın ve sanayileşmenin önemli bir etkisi olan gürültü, yalnızca insanlar için rahatsız edici olmakla kalmaz, aynı zamanda yaban hayatı üzerinde de yıkıcı bir etkiye sahip olabilir.

İnsanların neden olduğu gürültü kirliliği, bir hayvanın sonar ve navigasyon sistemlerini etkilemekle kalmaz, tüm ekosistemi bozabilir. Örneğin, yuva yapan bazı kuş türleri, gürültü nedeniyle istenmeyen habitatlarda yuva yapmazlar.

Ağaçların yaprakları, kendisine ulaşan ses seviyesini azaltan soğurucu bir etkiye sahiptir. Yaban hayatı, insanlar olarak yarattığımız gürültü kirliliğinden korunmuştur.

  1. İklim Krizine Karşı Mücadele Ederler

Küresel ısınmayı ve iklim değişikliğini etkileyen faktörlerden biri de atmosferdeki karbondioksit seviyeleridir. Karbondioksit, ısı tutma özellikleriyle bilinen bir “sera” gazıdır. Hızla ısınan bir gezegende, insanların ürettiği aşırı karbondioksit seviyeleri, kelimenin tam anlamıyla ısıyı atmosfere hapsediyor.

Bir ağaç büyüdükçe, fotosentez adı verilen bir işlemle havadaki karbondioksiti emer. Karbonu odun olarak depolar ve oksijen moleküllerini serbest bırakır. Sera gazını havadan temizlerler. 

Bu nedenle ormanlar dev bir filtre görevi görür. Ancak ağaçlar, yakıldıklarında veya toprağa geri ayrıştırıldıklarında tekrar havaya dağıtırlar.

Ormansızlaşmanın etkileri iki yönlüdür. Doğanın CO2 filtreleri ortadan kaldırılmakla kalmıyor, aynı zamanda genellikle daha sonra yakılıyor ve depoladıkları karbonu atmosfere geri bırakıyorlar.

İklim değişikliği ile mücadelede ağaçlar kesinlikle hayati önem taşıyor. Dünyanın ormanları olmasaydı hiç şansımız olmazdı.

İklim Kriziyle Mücadelenin Yüzlerce Yolundan Bir Tanesi: ecoDrone

Ağaçlar, gezegende ve hayatımızda yeri doldurulmaz bir öneme sahipler. Hepimizin ortak sorunu olan küresel iklim krizinde ise rolleri tartışılmaz. 

Bugün, ulaşılması zor alanlara tohum topu atışı yapan ve böylelikle biyoçeşitlilik çalışmalarına destek veren yeni nesil iklim krizi savaşçımız ecoDrone ile tanışarak hem Dünya hem de kendin için büyük bir fark yaratabilirsin: https://ecording.org/ecodrone/

5 ücretsiz ve online kurs ile doğayı keşfet!

Sosyal izolasyon günlerinde, evlerimizde kaldığımız ve sağlığımız için riskli bu salgın dönemi insanlık üzerinde olduğu gibi gezegenimiz üzerinde de bazı yapıcı ve yıkıcı etkilere sahip.

Daha yaşanılabilir ve güzel yarınlara beraber ulaşmak için bireysel çevre bilincinin önemi ise tartışılmaz. Bu ücretsiz, online ve sertifikalı kurslar ile doğayı keşfederek yarınları birlikte oluşturalım!

Bu yazıda çevre bilimi, iklim değişikliği, sürdürülebilir kalkınma hedefleri ve sosyal girişimcilik alanlarında takip ettiğim ve önerebileceğim 5 online eğitimi sizler için derledim. Başlıklara tıklayarak kurslara ulaşabilirsiniz.


1. Driving business towards SDGs

Rotterdam Erasmus Üniversitesi’nin hazırladığı bu kurs sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda adım atmaya teşvik ederek, şirketler ve kurumların sürdürülebilir kalkınma amaçlarına hizmet ederek nasıl dönüşebileceğine odaklanıyor.

2. Ecosystem Services: a method for sustainable development

Bu listedeki kurslar arasında içeriğinden en çok faydalandığım bu kurs; doğayı, bilimsel analizle daha derin anlayarak sürdürülebilir kalkınmayı şekillendirmeye odaklanıyor.

3. Introduction to Climate Science and Health

Yale Üniversitesi tarafından hazırlanan bu kurs, geleceğimizin en büyük tehditi iklim değişikliğinin sağlık ile ilişkisine odaklanıyor.

4. Act on Climate!

İklim değişikliğini durdurmak üzere bireysel ve toplumsal hareketin neler değiştirebileceğine odaklanan 7 haftalık bir kurs.

5. Greening the Economy: Sustainable Cities

WWF ve Lund Üniversitesi işbirliğinde oluşturulan kurs; sürdürülebilir yaşam konusunda örnek gösterilen İskandinav ülkelerinin yaklaşımlarını inceleyerek, sürdürülebilir şehirlerde doğa dostu yaşayarak nasıl daha yaşanılabilir bir geleceğe sahip olabileceğimize odaklanıyor.


Listedeki kurslar İngilizce dilinde olmakla birlikte, bir kısmı Türkçe altyazıya sahip. Henüz sertifikalı eğitimleri içermese de Türkçe olarak önerebileceğim kaynak Türkiye Sosyal Girişimcilik Ağı’nın perşembe buluşmaları olur. Her perşembe saat 16.00’da farklı bir konuğun sosyal girişimler için önemli konularda yaptığı sunumlar bu dönemde çok değerli.

Sosyal girişimcilik ekosistemini bir araya getirerek değer yaratmayı amaçlayan bu platform hakkında daha fazla bilgiye ulaşmak için ise buraya tıklayın!

Fatma Ece Önel

Hayallere Dair

Hayaller…

İnsanın tüm gücünü gerçekleştirmeye adadıkları, sürekli çabaladıkları amaçlar. Bir sürü hayal kurarım. Herkes hayaller kurar. Bu kimi zaman iyi bir okul kazanmak, bir araba almak, bir konsere gitmek, bir köpek sahiplenmek veya bir işe başlamak olabilir. Özellikle de şu günlerde sıkılıp dışarı çıktığında yeşillikler arasında yürüyüş yapmak da olabilir. Evet, çünkü bir ot dahi görmeye hasret kaldığımız bu zamanda yeşillikler arasında yürüyüş artık bir hayal.

Hangi ara yeşilin hayalini kurduğumuz günlere geldik? Şimdi betonların arasında kalınca mı başladı bu paniğimiz? Kendi hırslarımız için kendi ellerimizle yok etmedik mi?

Evet; onlar değil sen, ben, biz! Peki ya yıllardır evsiz bıraktığımız hayvanlar mıydı sadece? Örneğin ben sadece biraz huzur bulabilmek için, ruhumu dinlendirebilmek için, haftasonumu şehirden uzaklaşıp doğaya sığınarak geçiriyorum. Eninde sonunda hep doğaya sığınıyoruz. Doğa ana bizi hep affediyor, bağrına basıyor. Peki bu hep böyle gidecek mi? Su vermediğinde, sebze vermediğinde başka hangi hayalini düşünebileceksin ki?

Benim güzel hayallerim var. Ancak en büyük hayalim; hayallerimi, sağlıkla yaşayabileceğim yeşil bir dünyada gerçekleştirebilmek.

Büşra Zeynep Zafer

Bize İnanarak

Bizken; hani 195.000 yıl kadar öncesinde ilk izleriyle karşılaştığımız, toplumlardan veya uluslardan bihaber, toplama-çıkarma dahi bilmeyen, belki de kendisinden bile daha iyi bildiği şeyin doğa olduğu, doğayı adeta yuvası bilen ve ondan çekinen bizden bahsediyorum. Şu her şeyi bildiğini iddia edip, doğaya hükmetmeye çalışandan değil.

Cahil bize dönecek olursak; kendisinden bile pek haberi olmadan etrafı, pardon “yuvasını” bu kadar iyi tanıması da düşünülmeye değer işin aslı. Çünkü bilmiş bize, daha doğrusu “modern” bize dayatılan, yani öğretilen ilk şeylerden biridir ben olabilmek. Kendini yeterince tanıyıp-tanıttıktan sonra modern bize dahil olmayı bir nevi hak edebilmek. Ama diğer ben önce etrafını tanımaya çalışmış nedense. Gerçi söylemiştik ya, adı üzerinde “cahil” zaten.

Günümüzde, neslimize ben olmayı öğretmeden önce, benin hatta bizin ne olduğunu, olması gerektiğini öğretsek daha doğru olacakmış gibi sanki. Dünyamızı artık küçük addettiğimiz, evrenin ise tahmin edilemeyecek kadar büyük olduğunu düşündüğümüz şu zamanlarda, halen daha neyin parçası olduğumuzu fark etmememiz, sahip olduğumuz yuvaya ve bu yuvayı paylaştığımız canlı-cansız bütün varlıkları kapsayacak şekilde biz diyememiş olmamız pek şaşırtıcı. Hem nice geçen zamandan sonra bunu kavrayamamış olmak da içler acısı. Bunca yıldan sonra evimizin kirlenmiş olması da çok normal evet.

Peki ya biz bu kirliliğin hala farkında değilsek? Evimizin temizlenmesini bekleyeceğimiz bir dışarısı yoksa? Doğa ana evi temizlemeye giriştiği sırada bizleri de mikroptan sayarak ortadan kaldırmakta kararlıysa? Yine de biz o günleri göremeyiz zaten deyip “bencilliğe” devam mı?

Bu soruya cevabınız “Hayır bencil olmayacağım.” ise eğer, hep birlikte, terk edip arkamızda bırakacağımız bir enkazdan ziyade; eninde-sonunda, yine de gidecek olsak dahi, istediğimiz zaman dönebileceğimiz bir yuva bırakalım. Neler yaptığımızı ve yapmamız gerektiğini, nasıl bir yol haritası çizeceğimizi düşünerek. Ama önce biz olup, bize inanarak.

Barış Umut Gümrükçü

Yaşamın Dengesi

Doğa… Çok uzun zaman önce, biz henüz dünyada değilken de varlığını sürdürüyordu ve muhtemelen bizden sonra da sürdürecek. Çünkü doğanın var olması için insan ırkına ihtiyacı yoktur. Bitkiler ve hayvanlarla birlikte canlı cansız varlıkların oluşturduğu mucizevî bir düzendir doğa. Bu düzenin adı ekosistemdir.

Dünya üzerinde insan dışında doğaya zarar veren hiçbir canlı yoktur. Çünkü canlılar, doğadan sadece ihtiyaçlarını karşılayacak kadar faydalanırlar. Aşırılık, doğada gözlenebilen bir durum değildir. Denge bu şekilde oluşur ve bu yüzden asla bozulmaz. Yani bozulmazdı.

Yıllar geçtikçe gelişen insan teknolojisi sayesinde upuzun gökdelenler, fabrikalar, hatta enerji üretebilmek için yaptığımız nükleer santrallerin insan yaşamına ne kadar fayda sağladığı bilinse de, bunları dünyada sadece biz yaşıyormuşçasına yapmamız, bencillikten başka bir şey değildir.

Bizler ormanları ve dolayısıyla orayı yuva bellemiş canlıları katlediyoruz, havayı ve suları kirletiyoruz… Evet, bunlar doğanın dengesine zarar veriyor fakat insanlık doğanın dengesini ancak belirli bir noktaya kadar bozabilir ve bu nokta bizim kendi sonumuzdur. Soluduğumuz hava, içtiğimiz su, besin kaynaklarımız, barınmamız kısacası var olabilmemiz için biz, doğaya muhtacız. Doğanın, kurulu dengesiyle bize karşılıksız sunduğu yaşam kaynaklarına minnet duymamız gerekirken ona zarar veriyoruz.

Atmosferdeki karbondioksit miktarının artmasıyla oluşan küresel ısınma, kutuplardaki buzulları her geçen yıl daha da fazla eritiyor. Başta fosil yakıtların neden olduğu bu olay, kutuplarda yaşayan canlıların yaşamını oldukça etkiliyor. Örneğin kutup ayıları buzulların azalmasıyla avlanamaz hale geliyor. İklim değişikliğinin sebep olduğu bu durum ne yazık ki kutup ayılarının aç kalması sonucu kendi yavrularını yemesiyle sonuçlanabiliyor. Uzmanlar, kendi türünü avlama vakalarının doğada belirli bir oranda yaşandığını, fakat yakın zamanda bu olayların giderek sıklaştığını belirtiyor. Denizlerdeki buzların yok olmasıyla bu olayların daha da artacağı konusunda açıklamalar yapılıyor. Buna dolaylı olarak sebep olmamız bile, oldukça acı bir durumken, maalesef küresel ısınmadan sadece kutup ayıları da etkilenmiyor. Bu yüzden küresel ısınma konusunda insanların daha da bilinçlenmesi gerekmektedir.

Doğa da birçok olayı kontrol eden en önemli etmen ışıktır. Fakat ışık kirliliği nedeniyle şehir yaşamına uyum sağlayamadığı için ölen canlılar da vardır. Yavru caretta carettalar, yumurtadan çıktıklarında ay ışığıyla plajdan denize doğru yönelirler. Fakat şehirlerdeki ışık kirliliği nedeniyle bazen yollarını şaşırıp asfalta çıkıyorlar. Sonuç olarak ya bir arabanın altında kalıyor, ya da kanalizasyon kapaklarına sıkışıyorlar. Dolayısıyla şu an caretta carettaların nesli tükenme tehlikesi altında.

Denizlere atılan plastik atıklar da canlı yaşamını oldukça olumsuz yönde etkilemektedir. Uzmanlar, yüzlerce türde deniz canlısının yiyecek gibi koktuğu için plastik yediklerini söylüyor. Balina ve kuş gibi canlılar, boğularak ya da yedikleri plastik, sindirim sitemlerini tıkadığı için açlıktan ölebiliyor. Üstelik bu zararlı atıklar, okyanusları sandığımızdan daha da çok kaplamış durumda. Dünyanın en derin noktası kabul edilen Mariana Çukurunun 11 km derinliğine dalan Amerikalı deniz altı kâşifi Victor Vescovo, deniz tabanında plastik atıklar gözlemledi.

Doğa üzerinde meydana getirdiğimiz bunca etki birçok canlıya zarar veriyor. Üstelik yaptığımız bu etkilerin doğaya ne boyutta zarar verdiğini tam olarak bilmiyoruz. Dünyanın bize bıraktığı bu mucizevî mirası gelecek nesle aktarabilecek miyiz? İşte bu sorunun cevabı bize bağlı. Denizler ve okyanuslardaki atıkları toplamak, geniş arazilerde ağaçlandırma yapmak gibi faydalı uygulamaların yanı sıra, dünyaya verdiğimiz zararları gözden geçirmeli ve harekete geçmeliyiz. Çünkü küresel ısınma gibi etkiler gün geçtikçe daha da şiddetli hale geliyor.

Dünya üzerinde yaşayan tüm insanların bu sorumluluğu üstlenmesi gerekiyor çünkü birlikte hareket ettiğimiz sürece bu zararların önüne geçebiliriz. Dünyada sadece insan yaşamıyor. İnsanın yaşamı ekosistemde bulunan diğer canlıların var olmasına bağlıyken onlar yaşamak için bize ihtiyaç duymazlar. Unutmayalım, doğa ile yaptığımız savaşı kazanırsak, kaybedeceğiz…

Ceyda Olgun