“Mission2030 pursued by ecording” lansmanında 2030 hedeflerimizi açıkladık

ecording’i ecoDrone’larla tohum topu atışları gerçekleştiren; bir tarafta tüm dünyada ormanlar yanarken, diğer tarafta orman varlığını artırmak için çalışan bir sosyal girişim olarak biliyordunuz. 7 Eylül 2022’de gerçekleştirdiğimiz ve Mission2030 pursued by ecording” adını verdiğimiz lansmanda kurumsal kimliğimizi yenilediğimizi duyurduk.

2030 hedeflerimizi gözden geçirdik, iklim krizine karşı geliştirdiğimiz çözümlere bir yenisini daha ekledik. “Mission2030 pursued by ecording” adını verdiğimiz lansmanda amacımızı, çıktığımız yolu, hedeflerimizi, ecoDrone’larımızın gelişmiş özelliklerini ve yeni teknolojik çözüm ürünümüz ecordingApp’i anlattık.

ecordingApp; Dünya yararına verilen görevleri doğruladığınızda, küresel iklim krizine karşı harekete geçerken, edindiğiniz ecoPuan’lar ile de kendinizin ve Dünya’nın ihtiyaçlarını karşıladığınız mobil uygulama. ecordingApp’te amaç, kelebek etkisiyle insanların günlük hayatlarında uygulayabilecekleri çevreye duyarlı faaliyetlerin alışkanlık haline dönüşmesini sağlarken, kişisel ihtiyaçlarını karşılayabilmek ve iklim kriziyle hep beraber mücadele etmek. ecordingApp ile sosyal etkinizi ölçüp paylaşabilir, arkadaşlarınıza meydan okuyabilirsiniz. Ayrıca doğrulanan tüm görevlerinizin sosyal ve çevresel etkisini uygulama içerisindeki “Etkim” sekmesinden takip edebilirsiniz.


Pek çok marka, ajans, girişim, kurum ve kuruluştan isimlerin katıldığı “Mission2030 pursued by ecording” lansmanında, davetlilere “#GezegenİçinDönüş” mottosuyla bir deneyim alanı sunduk. İklim krizine dikkat çekmek için hazırlanan deneyim alanında geri dönüşüm, ormansızlaşma, fosil yakıt kullanımı ve hava kirliliği gibi iklim değişikliğinin neden olduğu 50’yi aşkın probleme dikkat çektik.

Kelebek etkisinin gücüyle atacağımız küçük bireysel adımlarla büyük dönüşümü sağlayabileceğimizi belirterek, “En küçük bir umudu dahi büyük bir inançla yeşertmek isteyecek herkesi ortak geleceğimizi iyileştirmeye davet ediyoruz.” dedik. Gecenin sonunda ise Pandami Music sahne alarak, davetlilere keyifli bir akşam yaşattı.

Biz umudumuzu kaybetmemeyi, en küçük umudu dahi büyük bir inançla yeşertmeyi doğadan öğrendik. 7 Eylül akşamı umudumuzu, heyecanımız ile mutluluğumuzu dostlarımız, partnerlerimiz ve destekçilerimizle paylaştık. Gezegen için hep beraber harekete geçmek, ortak geleceğimizi iyileştirmek amacıyla anlamlı paydaşlıklar kurmak üzerine sohbetler ettik. Problemin değil çözümün parçası olmak için her birimiz “BEN DE VARIM!” dedik.

1 yılda 20 milyar içecek ambalajını nasıl geri dönüştürebiliriz?

Tükettiğimiz ürünlerin içeriği kadar ambalajı da önemli. Türkiye’de plastik ambalaj üretimi toplam ambalaj üretiminin %40’ını oluşturuyor. 2018 yılında yalnızca Türkiye’de 3,66 milyon ton plastik ambalaj üretilmiş. Doğaya zarar vermemek adına sürdürülebilir adımlar atarak daha yaşanabilir bir dünyayı inşa edebiliriz. (Kaynak 1)

Beklediğimiz depozito iade sistemi (DİS) uygulaması ise bu hafta başlıyor. Verilen bu kararla çevrenin yıllarca taşıdığı yükü azaltmaya ve doğanın biraz da olsa nefes almasına sebep olacak. Ücretli poşet uygulaması ardından kâğıt, plastik ve metal ambalajlardan depozito sistemiyle üretilen ambalajların geri alınması uzun zamandır beklediğimiz bir uygulama.

Depozito iade sisteminin dünyamız üzerindeki 8 kritik etkisi

1. Okyanuslardaki pet şişe oranının %40’a kadar azaltması bekleniyor. (Kaynak 2)

2. Tek kullanımlık plastikler için depozito iade sisteminde 2023’a kadar geri kazanım oranını %30’a çıkararak %50 daha az CO2 meydana geliyor. (Kaynak 3)

3. 263.000 ton sera gazı emisyonunun azaltılması, çöpleri %85 oranında azalması ve her yıl 33.000 ton atık malzemenin ekosisteme girmesini önleyecektir. (Kaynak 4)

4. Eunomia’nin araştırmasına göre; iklim değişikliğini artıran sera gazı emisyonlarının azaltılmasında 62,3 milyon TL ve hava kirliliğinin önlenmesi ile de yaklaşık 57,7 milyon TL tasarruf sağlanacak. (Kaynak 5)

5. Cam ve pet şişe üreticileri tarafından yeni şişe üretilmesi için birincil hammaddeye gerek kalmadan, sürdürülebilir üretim desteklenerek üretilmiş ürünün DİS ile tekrar kullanımı teşvik edilecek. Böylece cam şişe sonsuz kez, pet şişe ise en az 12 kez geri dönüştürülüp kullanılabiliyor olacak. (Kaynak 6)

6. Ülkemizde cam, metal ve pet olmak üzere yıllık ortalama 20 milyar içecek ambalajı ortaya çıkıyor. 2041 yılına kadar bu sayının 52 milyar içecek ambalajına ulaşması öngörülüyor. (Kaynak 7)

7. Plastik üretimi, dünya çapındaki sera gazı emisyonunun %3,8’ini oluşturuyor. Her 1 kg plastik 6 kg CO2 demek, bu da karton kutunun saldığı miktarın 12 misli. (Kaynak 8)

8. Greenpeace’in araştırmasına göre; karton %80’in üzerinde doğada çözünebilir ama ne yazık ki yılda 4 milyar ağacı yok edip karton yapımında kullanarak döngüyü başa sarıyoruz. (Kaynak 9)

Tek kullanımlık ambalajları depozito iade sistemi sayesinde sera gazi salımının azalmasını ve ekosistemde daha az atık olmasını sağlıyor. Yeni alınmış bu kararla daha yaşanılabilir bir dünya için toplum olarak attığımız bu önemli adımı ve olası etkilerini sizlerle paylaşmak istedik. 

Esra Gökşin

Gıda israfını önlemenin 7 yolu

Günümüzde dünya üzerinde 811 milyon insan açlıkla mücadele ediyor, diğer yandan her yıl 1.3 trilyon ton gıda israf ediliyor ve atılıyor. Her yıl israf edilen bu gıda, açlık çeken insanların ihtiyacını 4 kat fazlasıyla karşılayabilir. Özellikle gelişmemiş ülkelerde var olan gıda güvensizliği, iklim krizinin getirdiği etkilerle şiddetlenmeye devam ediyor ve dünya’nın her kesimini tehdit ediyor. Gıda israfı aynı zamanda karbondioksit salınımına da sebep olarak iklim krizini tetikliyor. Dünya’da bu kadar aç insan varken trilyonlarca ton gıda israf edilmesi çok büyük bir adaletsizlik. Bu israfın tükettiği kaynaklar ve gezegenimize verdiği zarar da göz ardı edilemez. (kaynak 1) (kaynak 2)

Bu önemli konuda atmamız gereken en önemli adım: gıda israfını önlemek. Peki nasıl?

1. İhtiyacınız kadar alın

Gıda alışverişine çıktığınızda gerekenden fazlasını satın almaktan kaçının. İhtiyaçlarınızı belirleyin ve alışverişinizi önceden planlayın. Dolabınız hâla doluysa önceliği onları tüketmeye verin, daha sonra yeni ürünler alın. Tok karnına alışverişe gitmek de aşırıya kaçmamak için yardımcı olacaktır.

2. Çirkin gıdaları dışlamayın

Farklı renkte, farklı biçimde ve göze güzel gelmeyen sebze meyveleri satın alın. Sırf görüntüleri yüzünden tercih edilmeyip israf ediliyorlar, oysa görüntüleri farklı olmasına rağmen tatları aynı.

3. İlk olarak önceden aldığınız gıdaları tüketin, son tüketim tarihlerine dikkat edin

Daha önceden aldığınız gıdalara öncelik verin, böylece onlar bozulmadan tüketilmiş ve çöpe atılmamış olacaklar. Daha sonra yeni aldığınız ürünleri tüketebilirsiniz. Son kullanma tarihlerini geçirmemek için de özen gösterin.

4. Gıda atıklarını nasıl değerlendirebileceğinize bakın

Çeşitli sebze saplarını, kabuklarını, köklerini biriktirip daha sonra bunları kaynatarak değerlendirin. Böylece çorbalarda ve yemeklerde kullanabileceğiniz bir sebze suyu elde etmiş olursunuz. Organik gıda atıklarını biriktirerek bunları kompost yapın. Böylece atıkları toprağın verimini artırarak doğaya geri kazandırmış olursunuz. Çeşitli kompost yöntemlerini araştırıp kendinize en uygununu seçin. Şehir yaşamına en uygun tiplerden biri olan Bokashi Kompostu için gereken kova ve malzemeleri edinip başlayabilirsiniz. Kompostunuzu varsa kendi bahçenizde, yoksa belediyenizle iletişime geçip belirlediğiniz şekilde değerlendirin.

5. Doğru saklama yöntemlerini kullanın

Kimi gıdalar buzdolabında, kimisi dışarıda saklanmalı. Aldığınız gıdaları saklamak için en doğru yöntemleri araştırın ve bunları uygulayın.

6. İhtiyacı olanlarla paylaşın

Artan gıdalarınız varsa bunları atmak yerine sokak hayvanlarını besleyin, ihtiyaç sahiplerine verin ve çeşitli kurumlara bağışlamayı deneyin.

7. Aşırı fazla yemek yapmaktan kaçının

Yemeği kaç kişinin yiyeceğini göz önünde bulundurarak yapacağınız miktarı planlayın, fazla yemek yapıp israf olmasından kaçının.

Alara Civelek

Toplu taşıma ile 3K’yı önle!

Her 22 eylül dünya arabasız ulaşım günü! Çoğumuz şehirlerde yaşadığımız için işe özel aracımızla gidiyor ve arabasız bir yaşamın mümkün olmadığını düşünüyoruz. Fakat aslında doğru şehir planlaması ve devlet politikalarıyla arabasız şehirlerde yaşamak mümkün.

Bu soruya verebileceğimiz birçok yanıt var. Araba günlük hayatımızda bazen bize çok kolaylık sağlasa da, aslında bir sürü soruna da yol açıyor. İklim krizine yol açan karbon salımları, hava kirliliği gibi birçok sağlık sorununa neden oluyor.

Karbon Salımı

Şu an kullanılan arabalarının büyük çoğunluğunun fosil yakıtla çalışması iklim krizinin sebeplerinden biri. Küresel karbon salımlarının %21’i ulaşımdan (hava, deniz kara yolu) kaynaklanıyor.

Kara yolu ulaşımı tek başına küresel karbon emisyonlarının %15’inden sorumlu. İklim konusunda genelde uçak kullanımına arabadan çok daha fazla yer verilse de, hava ulaşımı küresel karbon emisyonlarının yalnızca %2.5’ini oluşturuyor. Bu tabi ki uçakların az karbon salımına sebep olduğu anlamına gelmiyor,  fakat arabaların karbon salımının yeterince gündeme getirilmediğini gösteriyor.

Hava Kirliliği

Fosil yakıtlı araba kullanımı özellikle kentlerde çok ciddi bir hava kirliliğini de beraberinde getiriyor. Hava kirliliği arttıkça, kanser, solunum yolu rahatsızlıkları ve kronik hastalık riski artıyor.

Gürültü Kirliliği

Şehirlerde maruz kaldığımız gürültü kirliliği pek dile getirilmese de, aslında hava kirliliği gibi tehlikeli bir sorun. Dünya Sağlık Örgütü’nün raporuna göre ses kirliliği, atmosfer kirliliğinden sonra en fazla sağlık sorununa yol açan nedenlerin başında geliyor. Gürültü kirliliği, şehirde yaşayan insanların çoğunlukla ruh sağlığı ve yaşam kalitesi açısından problemler doğuruyor.

Alternatifler

Günlük hayatta ulaşım alışkanlıklarımızı düzenleyerek hava kirliliğini azaltmak mümkün. Örneğin araba yerine toplu taşımayı tercih edip mümkün olduğunca da yürüme ve bisiklet yollarını tercih edersek hem gezegenimiz hem de kendi sağlığımız adına güzel bir adım atmış oluruz.

Toplu taşımayla yaptığımız 6 kilometrelik bir yolculuk 200 ile 400 gram arasında bir karbondioksit salımına yol açarken, özel araçla 1,4 kg CO2 salımına denk geliyor.

Ayrıca bireysel tercihlerin yanı sıra devlet kademesinde de sürdürülebilir ulaşımı teşvik için bazı adımlar atılması gerekiyor. Örneğin özellikle şehirlerin işlek yerlerinde haftada bir arabasız günler düzenlenebilir ya da bisiklet yolları arttırılabilir.

Dünyadan Uygulamalar

22 eylül arabasız ulaşım günü için birçok ülke işlek şehirlerindeki trafiği bir günlüğüne kapatıyor. Fakat bu uygulamalar sadece bir günle sınırlı değil. Bazı ülkelerde her ay yolların araç trafiğine kapatıldığı günler de mevcut.

Örneğin Paris’te her ayın ilk pazar günü şehir merkezinde hava ve ses kirliliğini azaltmak adına yollar araç trafiğine kapatılıyor. Ülkemizde de bu tarz uygulamalar görmek sizce de çok güzel olmaz mıydı?

Duru Barbak

IPCC raporundan 5 önemli sonuç

Birleşmiş Milletler tarafından iklimin etkilerini araştırmak üzere kurulan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli IPCC, içinde öne çıkan bilim insanlarını bulunduran ve kapsamlı araştırma raporlarıyla iklim konusunda en güvenilir bilimsel kaynaklardan biri. Yaklaşık 8 yılda bir yayınladığı raporlardan biri geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Bilimin iklim konusunda bize söylediği önemli noktalar var.

İklim krizi kesinlikle insan kaynaklı.

Raporun ana noktalarından biri iklim krizinin sebebinin net bir şekilde insanlar olması. Öncesine kadar bu düşünce net bir bilgi olarak kabul edilmiyordu, bilim insanlarının %97’si bu konuda hemfikirdi. Artık bilimsel gerçek olarak kabul ediliyor. İklim krizi biz insanların fosil yakıtları yakmamız sonucu atmosfere saldığımız sera gazlarının gezegenimizi ısıtmasıyla ortaya çıktı. Fosil yakıt tüketimimiz özellikle sanayileşme ve tüketim talebinin artması sonucu yükseldi. Yani karşılaştığımız afetler “doğal” değil, bizden kaynaklı.

İklim krizi dünyanın her yerini farklı şekillerde de olsa etkiliyor.

İklim krizinin etkilerinin farkında olmamak mümkün değil. Dünyanın her yerinde gerçekleşen çeşitli felaketleri görmek mümkün. Kimi yerde yangınlar hektarlarca ormanı yok ediyor, kimi yerde seller yüzlerce insanın canını alıyor. İklim krizinin yıkıcı etkileri olan aşırı hava olayları, yangınlar, seller, kuraklık, fırtınalar, hortumlar artık dünyanın her yerinde ve çok sık yaşanmaya başladı. Bu olaylar dünyadaki her bölgeyi aynı şekilde etkilemese de kimse güvende değil.

2040’a kadar 1.5 °C sınırını aşmış olacağız.

Eğer bu şekilde yaşamaya devam edersek önümüzdeki 10-20 yıl içerisinde Paris iklim Anlaşması’nda belirlenen 1.5 derece küresel sıcaklık artış sınırını geçmemiz kaçınılmaz. Rapora göre salımları azaltmazsak küresel sıcaklık artışı 2-3,5 dereceye kadar çıkabilir. 1.5 derece hedefi ancak dönüşümsel bir değişimle, net sıfır yolunda sıkı adımlarla mümkün olacak.

Atmosferdeki CO2 son 2 milyon yıldaki en yüksek seviyede.

Kömür, petrol, doğalgaz gibi fosil yakıtları yakmamız sonucu atmosfere saldığımız CO2 oranı milyonlarca yıldır karşılaşılmamış bir seviyeye yükseldi. Ulaşım, beslenme, tüketim alışkanlıklarımız ve orman yangınları gibi durumlar atmosfere saldığımız sera gazları konusunda etkili. Gezegenimizin ısınmasını için bunları kullanmaktan kaçınmalı, devlet liderleri ve büyük şirketlerden gereken değişimi talep etmeliyiz.

İklim değişikliği daha önce görülmemiş hava olaylarının sıklığını artıracak.

İklimdeki dengesizlik aşırı yağışlar, kuraklıklar, yangınlar, hortumlarla kendini gösteriyor ve göstermeye devam edecek. Gezegen ısındıkça her türlü ekstrem hava olayı daha şiddetlenecek: aşırı yağışlar artarken kuraklıklar da artacak.

Rapor çok iç açıcı gelmemiş olsa da aslında bizi harekete geçirmek için motive eden bir etken olmalı. Henüz hiçbir şey için geç değil. Bilim insanlarının bizlere yapılması gerektiğini söylediği adımlar belli, bizler gereken baskıyı kurarak ve değişimi talep ederek bunların uygulanmasını sağlamalıyız.

Alara Civelek

Tatilde plastik tüketimini azaltmanın 7 yolu

Plastik kirliliği çığrından çıkmış durumda. Artık anne karnındaki bebeğin plasentasından dünyanın en derin çukuruna kadar neredeyse her yerde plastiğe rastlıyoruz. Atlantik Okyanusunda plastikten bir ada var ve araştırmalara göre haftada bir kredi kartı kadar plastik tüketiyoruz. Giydiğimiz kıyafetler ve kullandığımız ürünlerden çevreye dağılan plastik, besin zincirimize hatta soluduğumuz havaya bile karışmış durumda.

Plastik kirliliğinde belki de en ilginç olan noktalardan biriyse, plastik atıkların neredeyse yarısının genellikle 10-15 dakika kullanıp attığımız ambalajlardan oluşması. O yüzden özellikle bu tek kullanımlık plastikleri mümkün olduğunca hayatımızdan çıkarmamız önem taşıyor. Aslında basit birkaç yolla plastik tüketimimizi tatilde en aza indirebiliriz.

İçinde su matarası, bez poşet ve saklama kabı olan bir çantayla gezmek

Dünya çapında her yıl, 500 milyar plastik poşet kullanılıyor ve ürünün ortalama kullanım süresi yalnızca 15 dakika. Ayrıca küresel çapta her yıl, 481.6 milyar pet şişe kullanılıyor. Dakika başı dünyada satın alınan pet şişe sayısı ise 1 milyon. Gezerken yanımızda içinde bunların olduğu bir çanta taşırsak dışarıdaki plastik atıkların çoğunun önüne geçebiliriz.  

Dondurmayı kapta değil külahta yemek

Dondurmayı kap yerine külahta yiyerek 10 dakika kullanılıp yüzyıllarca doğada kalacak bir atık çıkarmamış oluruz. Ayrıca plastik ambalajlı dondurmalar yerine dondurmacılardan alırsak daha sağlıklı bir seçim yapmış oluruz.

Tek kullanımlık otel şampuanları yerine kendi sabununuzu getirmek

Otel odalarına konulan küçük plastik şampuan şişeleri yerine kendi sabunumuzu getirerek bu plastik atığın da önüne geçebiliriz. Kendi şampuanımızı da yerel üreticileri destekleyerek onlardan el yapımı ve plastik ambalajsız doğal ürünler alabiliriz.

Paket servis yerine restoranda yemek

Dışarıdan paket yemek alındığında çok fazla plastik atık çıkıyor. Yemeğin içine konulduğu strafor köpük ve diğer plastik ambalajlar hem geri dönüşmüyor hem de sağlığımız için bir tehdit oluşturuyor. Bu yüzden sipariş etmek yerine restorana gidip yemek hem daha sağlıklı hem de atıksız bir seçenek.

Plastik pipeti reddetmek

Plastik pipet (bazı tıbbi kullanımlar dışında) en gereksiz plastik ürünlerden biridir. Dışarıda içecek içerken pipet istemediğinizi her zaman özellikle belirtin çünkü maalesef işletmelerin büyük çoğunluğu böyle bir hassasiyete sahip değil ve ihtiyaç olmasa bile herkese pipet ile servis yapıyorlar. 

Islak mendil yerine el yıkamak

Dışarıda yemek yerken ıslak mendil kullanmak yerine elinizi su ve sabunla yıkamayı tercih ederseniz yine hem kendiniz için hem de çevre için iyi bir şey yapmış olursunuz. Çünkü ıslak mendil yapısı gereği geri dönüşemez ve yüzyıllarca çöp alanlarında kalır, aynı zamanda içinde barındırdığı kimyasallar nedeniyle sağlık açısından da zararlıdır.

Tek kullanımlık plastiklerin yasaklanmasını talep etmek

Türkiye’de tek kullanımlık plastiklerin yasaklanması için Greenpeace’in başlattığı kampanyaya imza atabilirsiniz. Tek kullanımlık plastiklerin tamamen yasaklanması ilk başta kulağa imkansız gelse de Avrupa Birliği’nde yasaklandı bile. Yasaklanan ürünler arasında plastik pipet, çatal, tabak, kaşık gibi alternatifi olan ve gereksiz bir kirliliğe yol açan plastikler var. Türkiye’nin de bu adımı atmaya ihtiyacı var ve bunu talep etmek de bizim sorumluluğumuz.

Duru Barbak

Doğanın Yeni Canlıları

Günümüzden yaklaşık 380 milyon yıl kadar öncesinde, bitkilerin yapısında büyük bir değişiklik meydana geldi ve bitkilerin üzerinde yeni bir doku türü olan odunsu doku belirmeye başladı. 

O zamanın bitkileri, odunsu doku sayesinde geçmişe nazaran biraz daha kuvvet kazandı ve böylece atalarından daha güçlü ve daha fazla sayıda büyüyebilir oldular. Ancak sahip oldukları bu yeni özelliği yalnızca gövdelerinde değil, yayılmalarını ve çoğalmalarını sağlayacak olan tohumlarında da taşımaya başladılar. Oluşan ilk odunsu dokunun, tohumlarını doğaya karıştırmasının ve toprakla buluşturmasının ardından yeryüzü doğanın yeni canlıları ile kaplanmış oldu. 

Odunsu dokunun oluşumu

Çeşitli doğa olayları ve dış etkenler ile dünyamızın dört bir köşesine yayılan bu tohumlar, bulundukları bölgenin şartlarına uygun şekilde farklı türlerde ve özelliklerde orman ekosistemleri meydana getirdi. Söz konusu doğa olaylarına ve dış etkenlere en iyi örnekler ise kuşkusuz rüzgarlar ve kuşlar oldu. Tohumların, karpelleri ile rüzgarda uçuşması ve kuşlar tarafından besin olarak tercih edilmesi bu yayılımın etkilerini daha da hızlandırdı. Hatta günümüzdeki ormanların %99’u, hala geçmişte yaşanan bu etkiler sayesinde tohumlardan orman olma özelliği taşımaktadır. 

Doğayı taklit ediyoruz

ecording olarak bizler, geliştirmiş olduğumuz teknolojiler sayesinde söz konusu etkilerden aldığımız ilhamla doğayı taklit ediyoruz ve çalışmalarımızı bu doğrultuda gerçekleştiriyoruz. Söz konusu tohumları ecoDrone’lar ile toprakla buluşturarak; yeryüzünü, belki de bizlerin bile dünyada olmadığı zamanlarda yaşama şansına sahip olan hayat potansiyelleri ile kaplamış oluyoruz.

Barış Umut Gümrükçü

Silvikültür nedir?

Silvikültür kelimesi, Latince kökenli “silva=orman” ve “cultura=yetiştirmek” kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur ve “orman yetiştirmek” anlamına gelmektedir. Ormanların devamlılığının sağlanması ve kendisinden beklenen görevleri yerine getirmesi, silvikültürel uygulamaların yapılması ile gerçekleştirilir. Silvikültürel uygulamalar ile birlikte; yeni ormanlar kurulması, mevcut veya sonradan oluşturulan ormanların sağlık ve kalitesinin artırılmasına yönelik bakım çalışmaları yapılması, ormanların devamlılıklarını sağlamak için gençleştirme çalışmalarında bulunulması ve bütün bu çalışmalar gerçekleştirilirken de toplumun ihtiyaç duyduğu taleplerin karşılanması sağlanır.

Silvikültür çalışmalarının tam kalbinde, doğanın olağan akışına ve doğanın kendi kanunlarına uygun bir şekilde çalışılması referans olarak alınır. Doğa ile uyum ile birlikte bilim ve ekonomi gibi etkenler de göz önünde bulundurularak, ormanların ve doğal yaşamın sürdürülebilir bir şekilde varlıklarını sürdürmesi sağlanmış olur. Silvikültür çalışmalarında karşımıza çıkan en kapsamlı çalışmaları ise “doğal” ve “yapay” olarak ikiye ayrılan “gençleştirme” uygulamaları oluşturmaktadır.

Doğal Gençleştirme Uygulaması

Doğal gençleştirme çalışmalarında öncelikle, meşcerelerdeki (en az bir hektar büyüklüğünde orman parçası) ağaçlardan dökülen tohumlardan oluşacak yeni bireyler ile uyumlu ve bütünsel çalışmalar yapılır. Bu çalışmalarda söz konusu alana gerekirse dışarıdan tohum takviyesi de uygulanabilir. Yapay gençleştirme çalışmaları ise çoğunlukla, doğal gençleştirme koşullarının çeşitli nedenlerden dolayı uygulanamadığı veya doğal gençleştirmenin düşünülmediği alanlarda dikim yoluyla ve insan eliyle gerçekleştirilen uygulamalardır. 

Bununla birlikte; silvikültür bilimi ile ilgili çalışmalar yapan söz sahibi kurumlarımızın ve üniversitelerimizin raporlarında ve sunumlarında da, mümkün olan her yerde uygulama tercihinin doğal gençleştirme çalışmalarından yana olduğu açıkça belirtilmektedir. Çünkü yapılan yapay gençleştirme uygulamaları sonucunda ağaçlandırma alanlarında oluşan kültürün ilk yıllarda, doğal gençleştirme alanlarındaki gençliğe göre hızlı geliştiği belirlense de sonraki yıllarda; doğal gençleştirme çalışmaları yapılan alanlarındaki bireylerin boy ve çap artımlarının, yapay gençleştirme çalışmaları sonucunda oluşan bireylerden daha üst seviyelere ulaştığı tespit edilmiştir. Tüm bu durumlar ile birlikte, ağaçlardan dökülen tohum miktarlarına göre yıllar, bol tohum yılından tohumsuz yıla kadar farklı isimlerle adlandırılır. Doğa; her ne kadar kendi kendini en optimum koşullarda yenileme sürdürebilme yeteneklerine sahip olsa da, özellikle günümüzde zarar verici dış etkilerin aşırı fazla olması, iklim krizinin etkileri ile birlikte meşcerelerde bozuklukların artış göstermesi, bol tohum yıllarının azalması ve havzalarda susuzluk artışı gibi etkiler; iklim krizi ile mücadele etme ve tüm bu olumsuzlukları en azından belirli seviyelerde tutarak doğayı koruma ve taklit etme konusunda bizlere daha da fazla sorumluluk katmaktadır.

İklim İçin Yaptıklarımız

Hükümetlerarası Küresel İklim Paneli’nin hazırlamış olduğu Küresel İklim Raporu’nda da ifade edildiği üzere; 2030 yılına kadar iklim krizine karşı herhangi bir aksiyon almamamız durumunda, dünya sıcaklığının 1.5 C’den daha fazla artması ile karşı karşıyayız. Bu duruma karşın alternatif çözümlerden biri olan; çimlenmiş ve sağlıklı şekilde büyüyerek dünyamıza nefes kazandırmış tohum topları ile birlikte bizler, ecording olarak doğanın ulaşılan/ulaşılamayan her yerinde bu tohum toplarının atışlarını gerçekleştirerek aslında yeryüzünde sayısız hayat potansiyeli oluşturmayı amaçlıyoruz. Söz konusu sıcaklık artışının sabit tutulabilmesi için gereken 1.2 trilyon hayat potansiyeli için de zamanımızı, inancımızı ve çabalarımızı bu umut doğrultusunda sürdürmeyi hedefliyoruz.

Barış Umut Gümrükçü

Markalar için sürdürülebilirlik artık yeni normal mi?

Son zamanlarda sıklıkla görülen aşırı hava olayları, kırılan sıcaklık rekorları ve yaşanan ekolojik felaketlerle, artık gittikçe daha çok insan çevre sorunlarından haberdar olmaya başladı. Bu da beraberinde tüketicilerin yaptıkları alışverişlerde daha sürdürülebilir ve çevreci seçeneklere yönelmelerini beraberinde getirdi. 

Ayrıca bu sürdürülebilirlik eğiliminin en çok da genç nesilde yer aldığını söyleyebiliriz. Bu yüzden bu çevreci tüketim alışkanlığını kısa süreli bir trend değil de uzun soluklu ve artık yeni normal haline gelecek olan bir tercih olarak değerlendirmek daha doğru olur.

Artık markalar kalıcı olmak istiyorlarsa sürdürülebilirliği yaptıkları işin temeline koymaları şart. Bu sürdürülebilir dönüşüm, farklı sektörlerde farklı şekillerde yaşanabilir. Örneğin; ekolojik materyallere geçiş, yeni teknolojilerle enerji tasarrufu veya mümkün olan en az kaynak kullanımı sağlanabilir. Bu dönüşümün temel amacı, yapılan işin doğaya verdiği zararı en aza indirmek ve birinci önceliği çıkar değil sürdürülebilirlik olarak gözetip gelecek nesillere yaşanabilir bir gezegen bırakmaktır.

Sürdürülebilirlik, artık seçimdense bir zorunluluk haline gelmiş durumda. İklim krizi gibi varoluşsal bir tehdite karşı mücadele için on yıldan az bir zamanımız kalmışken şirketlerin bu yolda çözümün bir parçası olmaları hayati bir önem taşıyor. Ayrıca karbon vergisi gibi şirketleri karbon salımlarından sorumlu tutan uygulamalar gelmekte olduğundan, sürdürülebilir dönüşüm aynı zamanda ekonomik bir zorunluluğa da dönüşecek gibi görünüyor.

Tüketicilerin çevreye duyarlı olmaları, aldıkları ürünün gezegene bedeli üzerine düşünmelerini sağlıyor. Böylece sürdürülebilirliği temele koymadan yalnızca pazarlama sağlamayı amaçlayan markalarla gerçekten önemseyenleri ayırt edebiliyorlar. Bu yüzden bu dönüşümün her aşamaya dahil edilmesi ve mümkün olduğunca şeffaf olunarak sürdürülebilirlik adına atılan yeni adımların açıkça paylaşılması büyük önem taşıyor.

Duru Barbak

#1takipçi1ağaç

Biz insanların sosyal varlıklar olduğu, tarihin her döneminde farklı yöntemlerle birçok kez ispatlanmıştır. Peşinde olduğumuz soruların çözümlerini bulma amacımız, yaşadığımız çevreyi bu çözümler doğrultusunda inşa etmemize ve etrafımızdaki insanlarla bu nedenle bir araya gelmemize neden olmuştur. Biz de bu nedenle, modern yaşamda kendimiz için inşa ettiğimiz farklı bir sosyal alan olan sosyal medyada; hem küresel iklim krizine karşı hedeflediğimiz çözümleri gerçekleştirmek hem de toplumun her bireyinde çevre bilinci oluşturmak adına insanlarla bir araya geliyoruz. Sosyal medya platformlarımızda oluşturduğumuz #1takipçi1ağaç kampanyasıyla; çevre adına çözümler ve istatistikler sunduğumuz, iklim krizi ve doğa ile ilgili bilgiler paylaştığımız sosyal medya hesaplarımızı takip eden her takipçimiz için bir tohum topu atışı gerçekleştiriyoruz. Bu şekilde hem bireylerin çevre bilincine katkıda bulunuyoruz hem de yapılan bu basit eylemi, iklim krizine karşı doğrudan mücadele etme potansiyeline sahip bir argümana dönüştürüyoruz.

Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli tarafından hazırlanan Arazi Raporu’na göre, 2030 yılına kadar küresel sıcaklığın 1.5 derece olmasının önüne geçme fırsatımız kalmadı. Ancak bugünden itibaren harekete geçersek söz konusu sıcaklığı 2030 yılında 1.5 derece sıcaklıkta sabit tutarak, küresel iklim krizine karşı büyük bir adım atmayı başarabiliriz. Geçtiğimiz yıl içerisinde, We Are Social tarafından hazırlanan Digital 2020 raporunda dünya üzerinde 3.8 milyar aktif sosyal medya kullanıcısı olduğunun açıklanması, 2030 yılı için koyduğumuz hedef doğrultusunda #1takipçi1ağaç kampanyasının iklim krizi ile mücadele kapsamındaki gücünü ve önemini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Ayrıca geçtiğimiz yıl WIN International tarafından sosyal medya kullanıcıları üzerinde gerçekleştirilen anket sonuçları, insanların küresel iklim krizine karşı farkındalıklarının ve çevre bilinçlerinin henüz yeteri kadar gelişmediğini de ortaya koyuyor. Dünyanın 40 ayrı ülkesinde gerçekleştirilen ve “Küresel ısınmaya neden olan bir iklim krizi var mı?, Küresel iklim krizi insan faaliyetlerinin bir sonucu mu?, Küresel iklim krizi insanlık için ciddi bir tehdit midir?, İklim krizinin önüne geçilmesi için geç mi?” sorularının yer aldığı ankette, “Tamamen Katılıyorum” cevabını verenlerin dünya ortalamasının %38,7 ve Türkiye ortalamasının %24,2 oranında kalması, #1takipçi1ağaç kampanyasının başka bir açıdan da önemini net bir şekilde karşımıza çıkarıyor. Bununla birlikte ankette yer alan “İklim krizinin önüne geçilmesi için geç mi?” sorusuna, özellikle 1997’den sonra doğan ve sosyal medyayı en çok kullanan neslin %42.8 oranında “Evet” demesi, sosyal medya kullanımının ve kampanyalarının küresel iklim krizi üzerinde çok daha fazla etkili olması gerektiği anlamına geliyor.

Bizler ecording olarak tüm bu bulgular ışığında tek başımıza dünyanın çevresel problemlerini çözemeyeceğimizin farkındayız. Bu nedenle hala vaktimiz varken, sizlerle birlikte dünyamızı daha yaşanılabilir bir yer haline getirmeye çalışıyoruz. Şimdi sen de bizimle birlikte hemen harekete geçerek, 2030 yılına kadar koyduğumuz hedeflerin bir parçası ol ve @ecordingmapp sosyal medya hesaplarını takip ederek ilk adımını at!